1 Nisan 2021
Gümrük Birliği ilişkisi çerçevesinde Avrupa Birliği mevzuatına uyum amacıyla hazırlanan 7223 sayılı Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu, 12 Mart 2020 tarih ve 31066 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Kanun yayım tarihinden bir yıl sonra yürürlüğe girmiş ve 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun’un yerini almıştır. İçerdiği düzenlemelere kısaca bakmak gerekirse 7223 sayılı Kanun hem Türkiye’de piyasaya sürülen hem de Avrupa Birliği’ne ihraç edilecek veya ihraç edilmesi öngörülen ürünlerin güvenli olmasını temin etmek amacını taşımaktadır. Avrupa Birliği dışındaki ülkelere ihraç edilen ürünler Kanun kapsamında olmamakla birlikte bu ürünlerin de güvenli olması, tağşişe konu olmaması ve alıcıyı yanıltmayacak şekilde işaretlenmiş, etiketlenmiş ve belgelendirilmiş olması gerekmektedir. Peki, Kanun kapsamında hangi ürünler güvenli kabul edilecektir? İlgili teknik düzenlemenin insan sağlığı ve güvenliğine ilişkin hükümlerine uygun ürünler aksi kanıtlanana kadar güvenli sayılacaktır. Kanun’da teknik düzenleme “İdari hükümler de dâhil olmak üzere, ürünün niteliğini, işleme veya üretim yöntemlerini veya bunlarla ilgili terminoloji, sembol, ambalajlama, işaretleme, etiketleme veya uygunluk değerlendirme işlemlerini tek tek veya birkaçını ele alarak belirleyen uyulması zorunlu mevzuat” şeklinde tanımlanmaktadır. Teknik düzenlemeler yetkili kuruluşlar, yani ilgili kamu kuruluşları tarafından hazırlanacaktır. Teknik düzenlemelerin bir ürüne ilişkin uygunluk değerlendirme işlemlerini zorunlu tutması halinde bunların yetkili kuruluşlar tarafından görevlendirilen uygunluk değerlendirme kuruluşları tarafından gerçekleştirilmei gerekmektedir. Uygunluk işaretleri de (örneğin CE işareti) ancak bu çerçevede kullanılabilir. Bir ürüne ilişkin teknik düzenleme bulunmadığı veya insan sağlığı ve güvenliğine ilişkin hükümler içermediği durumlarda ise genel ürün güvenliği mevzuatı uygulanacaktır. Bahse konu mevzuat sırasıyla 11/12 Mart 2021 tarih ve 31420/31421 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Genel Ürün Güvenliği Yönetmeliği ve Düzenlenmemiş Alanda Karşılıklı Tanıma Yönetmeliği’nden oluşmaktadır (Nitekim bu yönetmeliklerden ilki ikincisine atıfta bulunmaktadır.). Ürün Güvenliği Yönetmeliği , Kanun’da yer alandan daha ayrıntılı bir güvenli ürün tanımı içermektedir. Bahse konu izleyen ürünler, güvenli ürünlerdir: “Kullanım süresi ve uygulanabilir olduğu durumlarda hizmete sunulması, kurulumu ve bakımına ilişkin gereklilikleri dahil olmak üzere, normal ve makul ölçüde öngörülebilir koşullarda kullanımı risk taşımayan veya ürünün kullanımına özgü asgari risk taşıyan, aşağıdaki unsurlar ele alındığında insan sağlığı ve güvenliği için yüksek düzeyde koruma sağladığı kabul edilen ürün; 1) Ürünün bileşimi, ambalajı, montaj talimatları ve mümkün olduğu durumlarda kurulum ve bakım talimatları da dahil olmak üzere özellikleri. 2) Diğer ürünlerle birlikte kullanımının makul ölçüde öngörülebilir olduğu durumlarda, diğer ürünler üzerindeki etkisi. 3) Ürünün sunumu, etiketlenmesi, kullanımı ve imhasıyla ilgili uyarılar ve talimatlar ile ürünle ilgili diğer bilgi ve açıklamalar. 4) Başta çocuklar, engelliler ve yaşlılar olmak üzere ürünü kullanırken risk altındaki tüketici kategorileri” Yönetmeliğe göre ürüne göre teknik düzenleme bulunmayan durumda referans numaraları Avrupa Birliği Resmi Gazetesi’nde yayımlanan ürünün güvenliğine ilişkin Avrupa standartlarına karşılık gelen ulusal standartlara uygun ürün güvenli kabul edilir. Böyle bir standart da yoksa diğer Avrupa standartlarına karşılık gelen ulusal standartlar, ulusal ve uluslararası standartlar, yetkili kuruluşların veya Avrupa Komisyonunun ürün güvenliği değerlendirmesinde rehber niteliğindeki görüşleri, lgili sektörde yürürlükte olan ürün güvenliğine ilişkin iyi uygulama kodları, teknik bilgi ve teknoloji düzeyi ve tüketicinin güvenliğe ilişkin makul beklentileri esas alınabilir. Ürün Güvenliği Yönetmeliği’nin saklı tuttuğu Düzenlenmemiş Alanda Karşılıklı Tanıma Yönetmeliği ise Türkiye’de uygulananlardan farklı teknik düzenleme, standart veya kalite kurallarına göre üretilmiş olsa dahi, Avrupa Birliği üyesi bir ülkede yasal olarak üretilmiş veya serbest dolaşıma girmiş bir ürünün güvenli olduğunun kabul edilmesini sağlamaktadır. Burada karşılıklı tanıma ilkesi geçerlidir. 7223 sayılı Kanun’a dönmemiz gerekirse ürün güvenliğine yönelik olarak ürünlerin imalatçılarının, bunların atayacağı yetkili temsilcilerin, ithalatçıların ve dağıtıcıların yükümlülüklerini Kanun’da ayrı maddeler halinde düzenlemektedir. Bununla birlikte (a) ürünü kendi isim veya ticari markası altında piyasaya arz eden veya (b) piyasada bulunan ürünleri güvenliğini etkileyecek şekilde değiştiren ithalatçı ve dağıtıcıların da imalatçılar ile aynı sorumluluklara sahip olması hükme bağlanmaktadır. İthalatçı ve dağıtıcılar ayrıca ürün kendi sorumlulukları altındayken depolama ve nakliye şartlarının ürünün güvenliğini etkilememesinden de sorumludur. Bu konuda depolama ve nakliye şirketlerine de sorumluluk getirilmesi ürün güvenliğinin temini açısından daha isabetli olacaktı. Kanun’un getirdiği yenilikler arasında izlenebilirlik düzenlemesi bulunmaktadır. Buna göre ürünlerin izlenebilirliğinin sağlanması için tüm iktisadi işletmelerin tedarik zincirinde yer alan bir önceki ve varsa bir sonraki işletmenin ismi, ticari unvanı veya markası ve irtibat bilgileri ile ürünün takibini kolaylaştıracak diğer bilgilerin kaydını düzenli bir şekilde tutması ve 10 yıl süreyle muhafaza etmesi zorunlu tutulmaktadır. 10 yıl oldukça uzun bir süre olup bu konunun Kanun’da düzenlenmek yerine ikincil mevzuata bırakılması ve ürün bazında farklılaştırılmasının tercih edilmiş olması gerekirdi. Ürün sorumluluğu tazminatı , Kanun’un getirdiği bir diğer yeniliktir. Buna göre ürünün bir kişiye veya mala zarar vermesi halinde zararın imalatçı ya da ithalatçı tarafından giderilmesi gerekmektedir. Bunun için zararın ve zarar ile uygunsuzluk arasında nedensellik bağının ortaya konulması gerekmektedir. Birden fazla imalatçı ya da ithalatçının sorumlu olduğu durumda müteselsil sorumluluk devreye girecektir. Zararın üründeki uygunsuzluğun yanı sıra zarar görenin kusurundan kaynaklanması halinde tazminat sorumluluğu azaltılabilir veya kaldırılabilir. Uygunsuzluğun yanı sıra üçüncü bir kişinin sorumluluğu halinde ise tazminat sorumluluğu devam eder, ancak rücu hakkı doğar. Üründen kaynaklanan tazminat sorumluluğunu kaldıran ya da bu sorumluluğu azaltan sözleşme hükümleri geçersizdir. Tazminat talebi zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren üç yıl ve her halde zararın doğduğu tarihten itibaren 10 yıl içerisinde ileri sürülmezse zamanaşımına uğrayacaktır. Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri göz önüne alındığında Kanun’un tazminat hukuku açısından getirdiği esas yeniliklerin sorumluluktan kurtaran sözleşme hükümlerinin geçersizliği ve öğrenme üzerine zamanaşımı süresinin haksız fiillere ilişkin genel süre olan iki yıldan üç yıla çıkartılması olduğu söylenebilir. Öte yandan piyasada uygunsuz ürünlerin bulunması halinde idarenin sorumluluğunun da doğabileceği unutulmamalıdır. Ürün sorumluluğu tazminatına ilişkin hükümlerin Kanun’un 6 ve 21’inci maddeleri arasına dağıtılmış olması yasama kalitesi açısından eleştiriye açıktır. Yetkili kuruluşlar, yani ilgili kamu kuruluşları piyasa gözetimi ve denetimi aracılığıyla ürünlerin güvenliğini kontrol etmekten sorumludur. Bu çerçevede ürünlerin güvenli hale getirilmesi için iktisadi işletmelerden gerekli önlemlerin alınmasını talep edebilir; radyo, televizyon ve internet aracılığıyla tanıtım ve satışını engelleyebilir; riskli ürünlere ilişkin alınan önlemlerin duyurulmasına karar verebilir ve ürünlerin geri çağrılmasını zorunlu tutabilir. İktisadi işletmeler, uygunsuzlukları kendileri tespit ettikleri durumlarda da bu önlemleri almak zorundadır. Bu hallerde uygunsuzluğun giderilirse iktisadi işletmelere herhangi bir idari yaptırım (yani Kabahatler Kanunu’nun ortaya koyduğu ayrım ile idari para cezası veya idari tedbir) uygulanmayacaktır. İmalatçı veya ithalatçıları idari yaptırımlardan kurtaran diğer haller; ürünü piyasaya kendilerinin arz etmediğinin, uygunsuzluğun dağıtıcı veya üçüncü bir tarafın müdahalesinden ya da kullanıcıdan kaynaklandığının ve uygunsuzluğun teknik düzenlemeler veya diğer zorunlu kurallara uygun üretimden kaynaklandığının kanıtlanmasıdır. Bu imkanın neden sadece imalatçı ve ithalatçılara tanındığı ve diğer iktisadi işletmelere tanınmadığı belli olmayıp olası uyuşmazlıklarda mahkemelerin hükmü geniş şekilde yorumlayacağı düşünülmektedir. Yetkili kuruluşlar idari yaptırımlar uygulamanın yanı sıra ciddi risk taşıyan ürünlerin piyasaya arzının durdurulması, piyasadan çekilmesi ve geri çağrılması, dağıtıcıların bu kararlardan haberdar olmaları ve uymaları, ürünün taşıdığı riskler hakkında nihai kullanıcıların uyarılması, ürünlerin uygun koşullarda imhası veya işlevsiz hale getirilmesi ile öneri ve teşhirinin durdurulması amacıyla yapacakları masrafları da ilgililere rücu edebilecektir. Kabahatler Kanunu’ndaki genel hükümden ayrılan 7223 sayılı Kanun, idari yaptırımlar karşı sulh ceza hakimliklerine değil, idare mahkemelerine başvurulmasını öngörmektedir. Başvuru süresi tebliğden itibaren 60 gündür. Görüldüğü üzere 7223 sayılı Kanun ve ikincil mevzuatı hem özel hukuk hem kamu hukukuna ilişkin önemli hükümler içermekte ve birtakım yenilikler getirmektedir. Konuyla ilgili ikincil mevzuatın gelişiminin yakından takip edilmesi tüm işletmeler açısından önem taşımaktadır. Evren GÜLDOĞAN